17 Ocak 2010 Pazar

elektromanyetik jel

İstanbul Kent Tarihi Müzesi projesi için yapmış olduğumuz yazılı bir tartışmanın kaydıdır.

"Tarihin başı ve sonu yoktur. Ancak tarih kitapları, bir yerden başlar ve biter, ama onların anlattıkları olayların da başı ve sonu yoktur." R.G.Collingwood, An Autobiography, 1939


+ peki, tarihi elektromanyetik bir jel haline getirsek, sonra onu dikdörtgenler prizması şeklinde bir kalıbın içine şırıngayla bassak, kalıbın (tarihin akışına göre) kritik noktalarından, kimi zaman kalıbı delip geçen kimi zaman da bu kritik noktaları birbirine bağlayan bakır teller geçirsek, ve sonra da bu tellere elektrik versek...ne olur? nasıl bir görüntü oluşur? hatta nasıl bir 'örüntü' oluşur?

+ kritik noktaları nasıl mekanlar olarak hayal ediyorsun? insanların binaya yaklaştığı yerler mi yoksa insanlar binaya nötr bir yerlerden girip sonra mı karşılacak bu kritik noktalarla?
bu kritik noktalar boşlıklar mı olacak yoksa doluluklar mı? enjekte ettiğin "jel"in homojen "olamayacağını" öngörerek o jelin içindeki kabarcıkları ya da pıhtıları hayal etmeye çalışarak bir "örüntü" hayal etmeye çalışıyorum ama daha fazla "enformasyon" lazım.

aslında bu prizma/jel/bakır'dan bir şeyler çıkacak gibi sanki? elektrik de binanın içindeki insanlar olsa gerek?!

+ kritik noktalardan, tarihteki önemli kırılma anlarını temsil edenler, insanların binaya yaklaştığı ve girdiği noktalar; onların aralarında bulunan ikinci ve üçüncü derecede kritik olan noktalar da, binaya girdikten sonra içeride karşılaşılanlar olabilir.

birinci derece kritik olan noktalarda bakır tel prizmayı delip geçiyor, yani buralardan binaya girip çıkabiliyoruz, diğer noktaları birbirine bağlayan bakır teller de, binanın iç sikülasyon sistemini oluşturuyor, böylece tarihi olayları bina hacmi içinde birbirine fiziksel olarak bağlamış oluyoruz, dolayısıyla binayı gezerken, üç boyutlu bir labirenti gezer gibi tarih içinde dolaşabiliyoruz.

jeli ben başta homojen olarak düşündüm. jelin homojen ve elektromanyetik olup, içine telleri yerleştirip elektriği verdikten sonra tellerin etrafında yoğunlaşması suretiyle homojenliğinin bozulması esasına, tasarımı dayandırdım....

işte yoğunlaştığı 'akslar', doluluk (ama içinden geçilen doluluk, masif bir doluluk değil, koridor gibi, rampa gibi), seyreldiği kısımlar da boşluk oluyor böylece, belki o boşluklar da başka türlü aktivite alanları olarak mı değerlendirilir, onu bilemiyorum; o boşlukları olayların anlatıldığı hacimler olarak düşünemiyorum, çünkü olaylar orada değil, tellerin düğüm noktalarında gerçekleşiyorlar.

tüm bu sistemi de, bir cephesi tamamen şeffaf (ve okulda konuştuğumuz gibi) tek hacimli bir prizma içinde kurmuş oluyoruz, şeffaf olan cepheye baktığımız zaman, tarihi, cisimleşmiş halde görebiliyoruz. ayrıca bina içindeki hareketi de tamamıyla dışarıdan izleyebildiğimiz için, (sloganlarla konuşmak gerekirse) "yaşayan bir cephe" yaratmış oluyoruz.

ayrıca yapının tek hacimli olması da, hem içeriye girdiğimizde tüm sistemi (dolayısıyla tarihi) tek seferde hissetmemize, hem de tarihin, kırılma noktaları olsa bile, tek parçadan oluşan bir bütün olduğunu unutmamamıza yarıyor.

evet. elektrik, binanın içinde dolaşan insanlara dönüşmüş oluyor. düşüncemi doğru anlamışsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder